8 Ocak 2011 Cumartesi

Utangaçlığın Nedenleri Nelerdir?




Çocuğunuz sürekli olarak sizin arkanıza saklanıyorsa, yeni şeyler denemeyi reddediyorsa, doğal olarak onun utangaç olduğu sonucunu çıkarırsınız. Çocuğunuz, alışık olmadığı insanlarla ya da durumlarla karşılaştığında da endişeli ya da tedirgin hissedebilir ve ağlayabilir. Belki de diş çıkarma ve hastalıklara karşı diğer çocuklara nazaran daha hassastır. Diğer bir ihtimal de çocuğunuzun uykusunun hafif olmasıdır. Bu utangaçlığın nerden geldiğini ve çocuğunuzun ileriki hayatında devam edip etmeyeceğini merak edebilirsiniz.

Birçok uzman, çocukların temel yapısının büyük ölçüde doğuştan gelen bir özellik olduğuna inanıyor, mesela bazı çocuklar dışa dönük ve kendinden eminken, diğerleri doğuştan gelen bir özellikle utangaç ya da sıkılgan oluyor. Bu oldukça yeni bir kavramdır. Uzun bir zamandır, çocukların karakterlerinin oluşmasında en büyük payın çevre olduğuna inanılıyordu. Ama günümüzde bilim adamları, utangaçlık, korku ve maceraperestlik ile ilişkisi olan genleri bile keşfettiler. Bu yüzden, büyük ölçüde nörokimyasının ürünü olan çocuğunuzun yapısı, onu yeni durumlara karşı temkinli olması konusunda hazır hale getirebilir ve aşina olmadığı bir şeye alışana kadar yavaşlamasını sağlayabilir.

Yine de, çocuğunuzun utangaç olduğu kanısına varmadan önce, onun ayrılık kaygısının neden olduğu bir dönemden geçiyor olabileceğini göz önünde bulundurun. Burada, durumu nasıl anlayabileceğiniz yer alıyor: Eğer çocuğunuz etrafındaki yabancılara karşı aniden tepki gösteriyorsa ya da sizi yanında göremeyeceğinden korkuyorsa, muhtemelen ayrılık kaygısı taşıyordur, bu aniden ortaya çıkan bir durumdur ve birçok çocuğun daha hareketli ve bağımsız olmaya başladığı bir zamanda ortaya çıkar. Neredeyse tüm çocuklar, uzunluğu 7 ve 18 ay arasında değişen bu tür bir süreçten geçerler ve 3 yaşına gelene kadar ve hatta bu yaşı doldurana kadar ayrılık kaygısı sorununu yaşamaya devam ederler. (Bu sorun, çocuğun yeni bir ortamda bakılması, ailelerin şehir dışına çıkması ya da karanlıkta yalnız kalma korkusu gibi durumlarla daha da ciddi bir hale gelebilir.)

Çocuğunuzun çekingenliğinin belirli bir dönemden daha uzun sürdüğünü hissediyorsanız, endişelenmeyin. Çocuğunuzun içe dönük bir karaktere sahip olması geri planda kalmasını gerektirmez, ama yine de sizin yakın ilginize ve sıcak davranmanıza ihtiyaç duyabilir.





Yapılacaklar

Çocuğunuza utangaç sıfatını takmayın

Yapılacak en iyi şey, çocuğunuz yanınızdayken onun çekingenliği hakkında diğer insanlarla konuşmamanızdır. Çocuğunuz, “O utangaç” lafını eleştiri olarak algılayabilir ya da “O sadece utangaç” lafını kendisini diğerlerinden ayıran bir sebep olarak hissedebilir. Bunun yerine, “Çocuğum tanımadığı insanların yanındayken rahat hissetmesi için belirli bir zaman geçmesi gerekir” demeyi deneyin. Çocuğunuzu her zaman çekingen olarak düşünmeyin. Böyle düşünürseniz, çocuğunuzun davranışlarınızın etkileyebilirsiniz.

Anlayışlı olun

Çocuğunuzun hislerini anlamaya çalışın ve bunu ona hissettirin. Eğer bir doğum günü partisinde tamamen çocuklarla dolu bir odaya girerseniz, mesela “Tüm çocukların hep bir ağızdan ses çıkarması iyi olmuyor, değil mi?” diyebilirsiniz. Bu ifade, ona tepkisinin normal olduğunu ve diğerlerinin de kendisi gibi iyi hissedebileceğini anlatır.

Onu cesaretlendirin

Çocuğunuz, arkadaş edinmeye ya da bir aktiveye katılmaya çalıştığında ne kadar çekingen olduğu fark etmeksizin onu teşvik edin. Eteğinizin arkasına saklanarak 15 dakika bekledikten sonra büyük annesine utangaç bir gülümsemeyle baktığını yakalarsanız, merhaba demesi için ne kadar uzun bir süre beklediğinden yakınmak yerine, “Bu çok hoş bir gülümseme, eminim büyük anneyi çok mutlu etti” deyin.



Eleştirmeyin ya da aşağılamayın

Siz şakayla karışık takılıyor olduğunuzu düşünseniz bile, hiçbir şey kibar olmayan sözler kadar çocuğunuzun cesaretini kıramaz. Unutmayın, çocuğunuzun kötü hissetmesini ya da utanmasını sağlayarak hiçbir şey kazanamazsınız. Bu onun karakteridir ve bir anda kendi isteğine göre değiştirebileceği bir şey değildir.

Sosyal ortamlardan kaçınmayın

Çocuğunuz için hayatı kolaylaştırdığınızı düşünebilirsiniz ama onu grup etkinliklerinden alıkoymayın. Çocuğunuzun grupla oynanan oyunlara katılması ya da doğum günü partisinde masaya katılması zaman alabilir, ama bu tür ortamlarda ne kadar çok bulunursa, bir daha ki sefere o kadar rahat hissedecektir. Çocuğunuzu büyük bir buluşmaya ya da partiye götürecekseniz, diğer çocuklar gelmeden erkenden orada olun, böylece çocuğunuz rahatlamak ve ortama alışmak için zaman kazanmış olur.

Çocuğunuzun sosyalleşmesi için daha az stres veren yöntemler bulun

Daha küçük gruplarla ve sakin ya da bilinen çevrelerde yapılan aktiviteleri tercih edin. Kütüphane çocuğunuzun favori mekanlarından biriyse, hikaye saati için oraya gidebilirsiniz ya da kütüphane ziyareti için çocuğunuzun bir arkadaşını davet edebilirsiniz.

Çocuğunuzun utangaç kalıp kalmayacağını anlamak için belirli bir yöntem yoktur, ama birçok insanda çocukluk yıllarında ortaya çıkan çekingenliğin etkileri görülüyor. Aslında, birçok araştırmacı, çocukların geliştikçe deneyimlerinin genlerinin önüne geçtiğine inanıyor. Sonuç olarak, yetişkinlerin karakterlerinin belki de sadece yüzde 10′luk bir kısmı doğuştan geliyor.
Bu yüzden gelecek üzerine endişelenmeyin. Bunun yerine, çocuğunuzun dünyanın gerçekleriyle yüzleşmesine yardım edebilecek algıyı ve desteği sağlama üzerine yoğunlaşın. Kendisiyle ilgili rahat hissetmesini sağlayın ve çocuğunuza vereceğiniz güven duygusu başarılı olmasında yardımcı olacaktır.




Utangaç Çocuklar


Bir çok çocuk utangaçlıkla etiketlenir. Oysa yeni sosyal ortamlara girişte ihtiyaç duyulan adaptasyon süresinde gözlemlenen utangaçlık normal bir durumdur. Kaç yaşında olursa olsun her birey yeni girdiği ortamda birbirinden farklı sürelerde de olsa bir adaptasyon sürecine gereksinim duyar. İçine girilen ortama ait kontrol duygusu arttıkça ve ortam daha tanıdık bir hale geldikçe çekingenlik duygusu azalmaya başlar.

Utangaçlık bir eksiklik değil bir kişilik özelliğidir. Ancak bazı durumlar da utangaçlık çocuk için bir engel oluşturabilir. Utangaçlık bir kişilik özelliği mi yoksa çocuk için bir engel mi sorusuna yanıt bulmak önemlidir. Utangaçlığın bir kişilik özelliği olduğu çocuklar sağlıklı bir benlik değerine sahiptir göz kontağı kurmakta güçlük yaşamaz kibar ve kendisiyle barışıktır genellikle sessizdir ve davranışları genellikle olumludur.

Utangaçlığın bir dezavantaj haline geldiği çocuklar ise negatif benlik algısına sahiptir kendileriyle barışık değildirler göz kontağı kuramazlar bir takım davranış problemleri vardır akran ilişkilerinde problem yaşarlar ve akranları tarafından kabul edilmeyeceklerine inanırlar kendilerini güvenli ve huzurlu hissetmekte zorlanırlar daha yoğun olarak öfke ve korku duyguları hissettikleri gözlemlenir.

Utangaçlığın ortaya çıkması çocuğun içinde bulunduğu gelişim döneminin de etkisi olabilir. Özellikle 8. ay civarındaki yabacılardan korkma ve çekinme dönemi hariç 0- 2 yaş arasındaki çocuklar genellikle insanların verdikleri olumlu tepkilere oldukça spontan olarak yanıt verirler. Ancak 2- 3 yaşları arasındaki çocuklara “utanma” duygusu eşlik eder.Yabancılarla ilişkiye girmekten çekinir hatta korkabilirler. Aslında bu dönem de çocuk kendisini bağımsız iradeye sahip bir birey olarak ortaya koymaya başlar. Başkalarının gözü önünde olduğunu fark eder ve değerlendirdiğini anlar. Bunlar çocukta “utanma” duygusunun oluşumuna katkı sağlar. Bu sağlıklı ve beklenen bir durumdur. Önemli olan “utanma duygusunun” yoğunluğunun çocuğun özerkliğini feda etmesine yol açmamasıdır.

Utangaçlığın bir engel olarak yaşandığı çocukların anne babalarının özellikle çocukları için yardım almaları gereklidir. Profesyonel bir yönlendirme ile çocukların özellikle okul ortamında karşılaşabilecekleri ve sosyal beceri gerektiren durumlar için çocuklarına gereken desteği verebilir ve evde çocuklarının pratik yapabilmelerine olanak sağlayabilirler.

Anne babalar birlikte oldukları sosyal ortamlarda çocuklarının çekingenlikleri ve utanma duyguları nedeniyle sessiz kalışları tanışma selamlaşma vb. sosyal iletişimin gerekliliklerini yerine getiremiyor oluşları nedeniyle zaman zaman oldukça baskıcı ve talepkar olabilirler. Aslında bu beklentinin ifade ediliş şekli bazen çocukların “utangaçlıkları ile utandırılmalarına” neden olabilmektedir.

Yeni sosyal durumlar ve karşılaşmalar özellikle tüm dikkatlerin çocuğun üzerine yönelmiş olmasından dolayı utangaçlığın ortaya çıkmasına neden olabilir. Çocuk henüz ruhsal gelişimini tamamlamamış sosyal beceriler açısından eksikleri olan ve gelişmekte olan bir bireydir. Yetişkin dünyasının gözünden incelendiğini fark ettiğinde çocuğa utanma duygusu da eşlik edecektir. Utangaçlık oldukça sık rastlanabilir bir durumdur ve çocuğun duygusu anlaşılmaya çalışılmalıdır.

Ergenlik dönemine kadar çocukların geribildiriminden en çok etkilendikleri kişiler anne babalarıdır. Bu nedenle çocuklara destek ve yardım anne babanın olumlu tutumları ile mümkün olabilir. Her çocuk anne babasının gözündeki ışıltı olmayı talep eder. Bu nokta da anne babasının kendisinden beklediklerini yerine getiremiyor olması çocuklar için oldukça kırıcı ve endişe vericidir.

Kendileri için olumlu düşünceleri olan çocuklar utangaç olmazlar. Bir çocuğun kendisi için olumlu bir düşünceye sahip olması anne babası tarafından olumlu yanlarının gösterilmesi ve fark ettirilebilmesi ile gerçekleşebilir. Çok sık eleştirilen ve sürekli kontrol edilen çocuklar için olumlu bir benlik algısı oluşturmak çok zordur.



 Anne babalar utangaç çocuklarına nasıl destek olabilirler ;
Çocuklarınızın iyi yapabildiği şeyleri keşfetmesini sağlayın.
İyi yapabildiği şeyleri ortaya koyması için onu cesaretlendirin.
Abartıya kaçmamak şartı ile sıklıkla övün. Övgünüz gerçekçi olsun gerçekte olmayan şeyleri çocuğunuzun bir özelliği gibi anlatmayın.
Okul ortamında karşılaşma ihtimali olan durumlarla ilgili ev ortamında pratikler yapmaya çalışın. Örneğin aile bireyleri ile bir oyun oynarken parmak kaldırıp söz almasını sağlamak vb.
Yatarken ya da ev içindeki herhangi bir saatte sizin kitap okumanız yerine çocuğunuzun size kitap okumasını isteyin.
Çocuğunuzun sergilediği olumlu gelişmeleri ödüllendirin.
Birlikte hedefler belirleyin hedefleri gerçekleştirmesi için onu cesaretlendirin.
İyi bir gözlemci olun. Çocuğunuzun özellikle çekindiği ortam ve durumları keşfetmeye çalışın. Örneğin bir ortamda kendisini ifade etmeye başlamışken geri çekildiğini gözlemliyorsanız nedenlerini araştırın.
Uygun ortamlarda onların konuşmalarını cesaretlendirin. Örneğin sipariş vermek vb.
Sosyal becerilerle ilgili pratik yapmalarını sağlayın. Örneğin hediye alırken ve verirken söylenenler vb.
Farklı sosyal ortamlara girmesi için fırsatlar yaratın. Böylece yeni başlangıçlar yapmaya fırsat bulabilir.
Utangaçlığın sosyal gelişmeyi engellediğini ve bu durumun çocukların öğrenmelerini zorlaştırdığını unutmayın. Gerektiğinde bir uzmandan yardım almaktan çekinmeyin.



Meltem CANVER KOZANOĞLU
Uzm. Psikolojik Danışman
AGAPE Danışmanlık Merkezi


Çocuklarla Doğru İletişim...

Nasıl iyi anne olunur?

Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin, çocuğunuzla nasıl iletişim kurabileceğinizi ve kendine güvenen bir çocuğun nasıl yetiştirileceğini anlatıyor...

Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin, hem Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı, hem de Çocuk Nöroloji Uzmanı. Çocuklarla ‘Doğru’ İletişim konusunda yayınlanmış kitabıyla biz annelere yol gösteriyor.

İşte Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin çocuklu hayatla ilgili önerilerinden bazıları…
  • Çocuk davranışları durağan değil, dinamiktir. Yani belli bir yaşta belli bir şekilde davranan çocuk, bir diğer yaşta bambaşka davranır.
  • Çocuğun içinde bulunduğu yaşa özgün gelişmeye uygun olarak davranış biçimi sürekli değişir.
  • Davranışlardaki değişim yaş dönemine bağlı olarak, kendine özgü belli zaman aralıkları içinde olur.
  • Çocuk, her gelişme aşamasının sonunda, bir sonraki aşamanın alt yapısını kazanmalıdır. Başka bir deyişle, bir sonraki döneme, bir sonraki dönemde doyuma ulaşmış olarak başlamalıdır.
  • Bir önceki aşamanın gereksinimleri doyurulmadan, bir sonraki aşamaya geçen çocukta, çeşitli davranış sorunları ortaya çıkar.
  • Harcı yetersiz tuğlanın, üstteki tüm tuğlaları olumsuz etkilemesi gibi, herhangi bir dönemdeki olumsuz deneyimler, çocuğun tüm yaşantısına olumsuz olarak yansır.
Aşağıdaki linkten Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin'in videolarını izlemenizi tavsiye ederim.








http://www.uzmantv.com/konu/nasil-iyi-anne-olunur

Çocuk hayatı oyun oynayarak tanır

                    

 Oyun her yaşta çocuğun hayatı deneyerek öğrenmesini sağlayan bir araçtır. Bebeğin birinci yılı içinde algı ve harekete yönelik, çoğunlukla belirgin amaçlar taşımayan, nesneler ve hareketler üzerinde hakimiyetten kaynaklanan zevk içeren oyunlar ön plandadır. Bebek kemik ve kasların gelişmesini sağlayan hareketli oyunlarla biriken enerjisini boşaltır, sosyal ilişkiler kurabilir, kendini tanıyabilir, kendi gücünün sınırlarını belirler, duyuları gelişir ve becerileri artar.

İlk aylarda bebek doğuştan geliştirmiş oldukları refleks tepkileri geliştirir, çevresindeki insan ve objelere bakar. El kol hareketleri geliştikçe yakalamaya çalışır, yakalayabildiklerini inceler. 1-4 aylar arasındaki bebek beşiğine asılan bir oyuncağın bazen sallanıp, bazen hareketsiz durduğunu fark edebilir. Oyunlarında 'keşfetmek' ön plandadır. Hoşuna giden hareketleri tekrarlar. Çevresindeki oyuncağı, eşyayı çekerek, çarparak tanımaya çalışır. Vücudu da oyuncak niteliğindedir; parmaklarını, ayaklarını inceler-oynar. 4-8 aylar arası neden sonuç ilişkilerini ayırt etme becerisi başlar.Hareketlerinin yarattığı sonuçları görmek ister.Örneğin;beşiğin kenarındaki ipe tesadüfen dokunduğunda ipin sallandığını ve ses çıkardığını fark ederse bir kez denemeden sonra ses duyabilmek için ipi çekmeye başlar.

                                    


Bedensel gelişime paralel olarak 8-12. aylarda hareketlerinde de artış ve farklılaşma gözlenir. Neden-sonuçları daha iyi ayırt etmeye başlar. Hedeflediği sonuçla arasına engel girerse bu engeli ortadan kaldırır. Örneğin; oyuncağı sakladığınızda onu arar (örtünün altına saklanan oyuncağı örtüyü kaldırarak bulur).Ayakta durma, yürüme, tırmanma gibi hareketleri başarır. Bu hareketler mükemmel olana kadar oyun niteliğindedir ve sürekli tekrarlar.

Oyuncaklar gelişim basamaklarına uygun olarak çocuğun hareketlerine düzen getirir; bedensel, zihinsel, psikososyal gelişmesine yardımcı olur, hayal gücünü ve yaratıcılığını, yeteneklerini geliştirir. Doğumdan itibaren bebek ses-şekil ve renklere karşı hassastır. İlk oyuncakları öncelikle görme ve işitme duyularına yönelik oyuncaklardır. Renkli çıngıraklar, dönenceler gibi.

Oturmayı başardıktan sonra çevresi genişleyen bebeğin oyuncakları arasında küpler, çıngıraklar sayılabilir. Bu dönemde avuç ile kavradığı göz önüne alınarak avucuna sığacak büyüklükte parçaları olan oyuncaklar seçilmelidir.

                       

Yürümeye başlama ile birlikte oyuncaklarından çok ev eşyaları ilgi çeker. Bebek için ulaşabildiği alanları keşfetmek önemlidir. Küplerle kule yapmak, oyuncak parçalarını bir yerden bir yere taşımak haz verir. Bu dönemde hareketin amacından çok, hareketin yapılmasından doğan haz ön plana çıkar. Parmaklarının gelişimi de arttığından büyük parçalı, takılıp-çıkarılabilecek lego türü oyuncaklar yararlı olur. Yürüme davranışını destekleyecek; çekebileceği, itebileceği tekerlekli oyuncaklar ilgi çeker. Top oynama başarılı olmasa da hareket gelişimine yardımcı olur.

Dokunma duyusuna yönelik, çocuğa haz veren, deneyim ve keşif olanağı sağlayan, çocuğun dikkatini toplamasına yardım eden, içe kapanık çocuğu uyaran, saldırgan çocuğu sakinleştiren bir malzemedir. Suyun banyo yapmak ve temizlik amaçları dışında da oyun malzemesi olarak kullanılması önerilmektedir.

Dr. Ayşe Sokullu

http://www.motherandbaby.com.tr/haberler/detay/8864/Cocuk-hayati-oyun-oynayarak-tanir

Bebek Odası Nasıl Düzenlenir?

           Hamilelikte bir çok görevinizin belki de en eğlencelisi yeni doğacak aile ferdinin odasını hazırlamak olacaktır.
           Genelde önce cinsiyetin belirmesini bekleyen anne – baba adayları tercihlerini uçuk pembe, mavi veya pastel tonlarında yeşil, eflatun, sarı gibi renklerden kullanıyorlar. Bir bebek için daima, bir vitrinde veya katalogda görülen o mükemmel, bulutsu, hayal ürünü odayı  arzulanır.
Ancak dekorasyonda yapabileceğiniz önemli değişikliklerin bebeğinizin zeka gelişimini etkileyebileceğini öğrendiğinizde tercihiniz nasıl olurdu?


Bazı örnekler verelim:
        
          Bebek doğduğu ilk ay içinde görüş mesafesi sınırlı olduğundan, seveninin yüzü kendine 50cm’den yakınsa gözleri yüzüne odaklanabilir. Bunun dışında kalan her şeyi flu veya buğulu gibi algılar. Dikkatini renklerden ziyade siyah ve beyaz gibi keskin renk farkları çeker. Kırmızı da ilk algılayacağı renklerdendir.
Pastel tonunda bir duvar renginin üzerine bebeğin odaklanabileceği siyah beyaz bir bordür veya kendinizin iri uçlu bir kalem ile çizebileceğiniz bir motif bebeği ara ara odaklanmaya, bu keskin renk farklarını incelemeye yönlendirecektir.
        

      

           Minik yüreğin 4. ayından sonra, artık renkleri ayrıştırabildiğinden, bu motiflerin içini sarı, yeşil, mor gibi arzuladığınız canlı renkler ile doldurarak – ona yepyeni odak noktaları sunabilirsiniz.
Bebekler yüzlere bakmaya bayılırlar… bu nedenle onun görüş alanı içine giren yerlere sevdiklerinin fotoğraflarını yerleştirmeniz, onları yattığı yerden tanıma, inceleme imkanı olacaktır.
Bebeğinizin alt değiştirme ünitesinin üzerine en sevdiğiniz çizgi film karakterin bir resmini yapıştırın. Siz onun altını değiştirirken, miniğin onunla sohbetlerini dinlemek çok hoşunuza gidecektir. Arada bir “… sor bakalım Mickey Mouse bugün ne yapmış? … peki ya bu kirli poponun haline Mickey Mouse ne diyor?” gibi motive edici sorular ile siz de bu sohbete katılabilir, sohbetin oluşmasını motive edebilirsiniz. Veya dekorasyona başladığınız itibariyle evinize gelenlerin renkli boyalar ile el izlerini duvarlarınıza basıp, yanına imzalarını atmalarını, ailenize gelecek olan fert için bir iki kelime yazmalarını da isteyebilirsiniz. Bazı çok yaratıcı beyinler, size el izlerinden resimler bile yapabilirler belki.

           
       Bebeklerin yüz incelemeyi sevdiğini söylemiştik… duvara bebek hizasında yapıştıracağınız bir ayna, bebeğinizin kendisini ve hareketlerini incelemesine teşvik edecektir.
Bu alternatiflerden 2-3 ‘ünü uygulayarak, gün içinde bebeğinizi değişik pozisyonlarda bu uyarıcılar ile başbaşa bıraktığınızda beyin gelişimini sağlayan sinapsların çokca harekete geçmelerini sağlamış olursunuz.


http://www.cocuklahayat.com/2010/03/bebek-odasi-dekorunun-zekasina-etkisi/

4 Ocak 2011 Salı

Annenin Çocuk Açısından Önemi

Annenin Çocuğun Yaşamındaki Yeri
Bebek için anne, dünyanın tamamıdır.Bu ilişkiden doğan güven duygusu,çocuğun gelecekte kuracağı bireyler arası ilişkinin temelini oluşturur.
Anne – çocuk ilişkisindeki süreklilik, tutarlılık, aynılık çocukta temel güven duygusunun özünü oluşturur.Bebeklik çağında elde edilen güven duygusunun niceliği,bebeğe verilen besinlerin yada yapılan sevgi gösterilerinin niceliğine değil daha çok anne  çocuk ilişkisinin niteliğine bağlıdır.Yaşamın ilk yılında çocukla kurulan duygusal iletişim, çocukta güven yada güvensizlik duygularının oluşumuna neden olur.Bu dönemde bebeğin psiko-sosyal görevi,güvenmeyi öğrenmektir.Bebek ile annesi arasındaki ilişkiden doğan güven duygusu, çocuğun gelecekte kuracağı bireylerarası ilişkilerinin temelini oluşturur.
Bebek için anne dünyanın tamamıdır.Anne gülümsedikçe bebekte gülümser ve karşılıklı sıcak bir ilişki başlar.İşte bu karşılıklı olumlu ilişki, güvenin temelini oluşturur.Bebekte bu duyguyu doyurmayan anneler, kendine güveni olmayan kişilerin yetişmesine ortam hazırlar.




Kısaca, anne, bebeğin davranışlarına duyarlıysa, bebek anneye güvenle bağlanmakta, bebeğin etkileşime girme isteklerini reddediyorsa, bebek bu duygudan yoksun kalmaktadır.
Dört farklı anne yaklaşımından söz edilebilir;
1.Duyarlı anne , bebekten gelen işaretlere ve iletişim simgelerine olumlu tepki verir.Sağlıklı bir etkileşim ortamını hazırlar.Buna karşılık duyarsız anne , son derece keyfi bir yaklaşımla ilişkiye katılır.Kendi arzuları ön plandadır.Ruh hali ilişkiye yön verir.
2.Kabul eden anne, çocuğuna bakma ve ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğunu genellikle üstlenir.ara sıra sinirlilik belirtilerini gösterir.Buna karşılık reddeden anne, çocuğa karşı sevgi ve şefkatini gölgede bırakan öfke ve içerleme duyguları ile doludur.Çoğunlukla çocuğa sinirlenir ve ceza ile bir denetim kurmaya çalışır.Çocuğunu kucağına almaz, okşamaz.Çocukla tensel temas kurmaz, onunla bir bakıcının ilgilenmesini sağlayarak, kendi yaşantısını sürdürür.
Sekiz aylık bebeğini isteksiz bir şekilde kucağına alan anne, onun bu isteksizliğine karşı, bebekte de elleri ve ayaklarıyla irkilme tepkisi gördüğünü söylüyordu.Böyle bir ortamda büyüyen çocuk, anne sevgisi ve korunma ihtiyaçlarının karşılanamamasından doğan bir duygusal açlık içindedir.
3.İş birliği eğilimli anne, Çocuğun özerkliğine saygı duyar.Nadiren onun üzerinde doğrudan bir denetim kurmaya çalışır.Buna karşılık mücadeleci anne, çocuğun o andaki ruh halini veya etkinliğini yeterince dikkate almadan, kendi arzularını ona zorla benimsetmeye çalışır.
Annenin isteklerinin aşırılığı karşısında başarısızlığa uğrayan çocuk, bir yandan kendi gözünde de değersizleşirken öte yandan cesareti kırıldığı için başarı için çaba göstermez.
Yine bu gruptaki bazı annelerin aşırı koruyucu tavrı, çocuğun kendi kendini yöneten, özerk bir birey olmasını engeller.Murathan Mungan, Yüksek Topuklar isimli kitabında (2002), bu gruba giren anneleri şöyle betimler:Umumi yerlerde çocuklarına gösterdikleri ilgide her zamankinden fazla bir şey vardır.Hem çevreye ne kadar iyi bir anne olduklarını gösterme fırsatını kullanmak isterler hem de bulundukları yeri yalnızca kendi egolarıyla işgal etmeye uğraşırlar.Çocuklarına ilişkin her şey ;yemek yemeleri, uyumaları abartılı bir seremoniye,çirkin bir teşhirciliğe dönüşür.
4.Erişilebilir-ulaşılabilir anne,çocuğun iletişim girişimlerini tanır ve belli uzaklıktan da bunları fark eder;dolayısıyla dikkati kolaylıkla çocuğa çevrilir.İlgisiz, kayıtsız anne ise kendi etkinlikleri ve düşünceleriyle fazlasıyla meşgul olduğundan, çocuğun iletişim girişimlerini çoğunlukla fark etmez.
Annenin mutluluğu ve ruh sağlığı, çocuk yetiştirmedeki etkinliği açısından da özel bir önem taşır. İlgili anne, sadece çocuğu doğrultusunda yaşamak yerine, kendisi için de bir şeyler yapıyorsa, çocuk da kendi adımlarıyla gelişip öğrenmeyi başaracaktır.Kendi ilgilerini geliştirmeye devam eden anneler çocuklarında da benzer girişimleri destekler.
Annenin kişisel yaşamı iyi gittiğinde, çocuğuyla çok daha iyi bir ilişki içine girer.Söz gelişimi mesleğini icra etmenin mutluluğunu yaşayan ve eşiyle iyi ilişki içinde olan bir, annenin çocuğuna karşı tutumu olumludur.Buna karşılık, anne bir şeylerden endişe duyduğunda, çocuğun hareketleri daha fazla canını sıkacaktır.
Ev işleri dışında başka hiçbir uğraşı olmayan yada eşiyle mutsuz bir birliktelik içerisinde olan bir annenin çocuğuna karşı tavrı olumsuz olabilir.Böyle bir durumda yaşanan bir problem,çocuğun davranışından çok, annenin ruh haline bağlı olabilir.
Babanın dolaylı görevinden biri de sıcak anne- çocuk ilişkisinin zeminini hazırlayabilmektir.Yapılan bazı araştırmalara göre, böyle bir ilişkinin gerisinde, destekleyen baba faktörünün olduğu görülmektedir.
Eğer baba, sorumluluklarının bilincinde bir bireyse, bu durum annenin rahatlamasına ve çocuğuyla sıcak ilişkiler geliştirmesine sebep olur.
Sonuç olarak, mutlu ve doyumlu çocuklar yetiştirebilmek için, öncelikle annenin mutlu ve doyumlu bir birey olması gerekir.

http://www.anaokullu.com/cocuk-icin-annenin-onemi.html


Babanın Çocuk Açısından Önemi

Babanın çocuk gelişimine etkisi nedir?

Bebek ile baba ilişkileri konusundaki kısıtlı sayıda çalışmaya göre, bebekler yaşamlarının ilk yıl ortalarında anne babadan her ikisiyle de bağlılık kurarlar; bu, bebeğe özellikle annenin baktığı ve babanın bebekle daha az beraber olabildiği durumlar için bile söz konusudur (Ekşi’den alıntı, 1999).

Babasız erkek bebekler gelişim testinde daha düşük puan almış, daha az sosyal tepkide bulunmuşlardır. Başka bir araştırmada baba yokluğunun çocukların davranışını doğrudan doğruya etkilemekle kalmayıp annenin çocuklarına aşırı düşkün veya aşırı koruyucu hale gelmesiyle de etkilediğini göstermiştir. Yine bu etki erkek çocuklarında daha belirgin bulunmuştur (Ekşi’den alıntı, 1999: Wolking ve Rutter, 1985).

Baba ile yakın ilişki içinde olan çocukların psikolojik olarak daha uyumlu olduğu, benlik saygılarının daha yüksek olduğu, okulda daha iyi bir işlevsellik gösterdiği, daha az antisosyal davranışlar sergiledikleri ve ikili ilişkilerde daha başarılı oldukları ortaya konmuştur (Fluori ve Buchanan, 2003). Öte yandan, çocuklarının anneleriyle daha iyi ilişki kuran babaların çocuklarıyla da daha yakın ilişki içinde olabildikleri gözlenmiştir (Cox ve ark., 1989).

Babanın evli ya da boşanmış olmasının baba-çocuk bağlanmasını değiştirmediğini belirten yayınlar da mevcuttur (Isabella ve Belsky, 1985). Erken çocukluk döneminde babanın olumlu varlığının çocuğun ergenlik dönemini de olumlu yönde etkilediğine dair çalışmalar vardır. Baba varlığı, çocuğun ergenlik dönemindeki entelektüel gelişimi, sosyal girişimciliği, kendini kontrol etme ve empati becerilerini arttırmaktadır (Fagan ve Iglesias, 1999).

Yakın zamanda, psikiyatri kliniğinde değerlendirilen 1-3 yaş çocuklarla Karabekiroğlu ve ark. (2006) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, babalarında görüşme sırasında depresyon olan çocuklardan sadece erkeklerin dışa yönelim puanları (sinirlilik, dürtü kontröl sorunları, vb.) anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur.

Babalardaki depresyon erkek çocuklarında dışa yönelim sorun düzeyleri ile paralellik gösterirken, içe yönelim puanları (içe dönüklük, korkular, vb.) ile ters orantılıdır. Depresyon vejetatif sorunlara (ör, uyku ve iştah bozuklukları, yorgunluk, enerji kaybı), bilişsel bozukluklara (ör, konsantrasyon kaybı, bellek ve algı sorunları) ve psikolojik ve duygusal belirtilere (ör, suçluluk duygusu, özgüvende düşüş, intihar fikirleri, sinirlilik, ilgi kaybı ve sosyal içe dönüklük) neden olabildiğinden, babaların depresyonda olması çocukları ile daha az ilişki içinde olmalarına, “kabûl etme”, “koruma”, “temin etme” ve “eğitim ve bakım” gibi rollerini yeterince yapamamalarına yol açabilir.

Anne depresyonu ile çocuktaki psikopatoloji ilişkisinde, babaların ortamda yeterince varlığı ya da yokluğunun, koruyucu ya da risk faktörü olarak, düzenleyici bir rolü olabilmektedir (Goodman ve Gotlib, 1999).




Baba annenin geçici sürelerle yerini tutan ikincil bir bakım verici değildir. Babasıyla kurduğu sağlıklı bir ilişki çocuğa özel anlamları ve işlevleri olan pek çok alan sunar. Yapılan çalışmaların önemli bir kısmı biyolojik babalarla yapılmıştır. Ancak çocuk açısından daha anlamlı olan duygusal babalıktır. Erkeklerin çocuklarla etkileşim biçimlerinin birbirlerine oldukça benzer olduğu, bu benzerliğin kadınlarda daha az olduğu bildirilmiştir (Pruett, 1997). Çalışmalar babaların kendine özgü bir etkileşim, oyun oynama, güven sağlama ve koruyuculuk davranışları olduğunu göstermiştir (Pruett, 1997). Çocuğun okul başarısı, soysal uyumu ve genel sağlık düzeyi de babanın varlığı ve olumlu etkisiyle yükselmektedir.

Aynı zamanda babaların çocukları tutuşları, oyun oynama yöntemleri, konuşmaları, bebek bakım biçimleri annelerden farklılık göstermektedir.

Annelerde görüldüğü gibi, babalarda da bir “erkek”, bir “eş” oluştan bir “baba” oluşa geçiş bir anda gerçekleşmez. Gebelik sürecinin psikolojik ve fizyolojik değişiklikleri anneleri ebeveynliğe doğal olarak daha erkenden hazırlamaya başlasa da, erkekler de aşama aşama babalık rolünü üstlenmeye ve içselleştirmeye başlarlar. Pek çok kültürde babalar da hamilelik sürecinde anne adayına benzer belirtiler gösterebilir, kilo alabilir, ağrılar hissedebilirler. Meksika’nın Yukatan yarım adasında, “bir kadının hamile olduğu eşinin karbohidratlardan zengin besinlere aşermesi ile anlaşılır” şeklinde yaygın bir inanış vardır.

Babaların önemli bir bölümü de gebeliğin ilk dönemlerinden itibaren çocuğun sağlığı ve geleceği ile ilgili endişeler duyarlar, rüyalar görürler, beklentiler geliştirirler. Babanın doğuma eşlik etmesi paha biçilmez bir deneyimdir. Bu olaya tanıklık etmek babanın bebeğe bağlanmasını ve aralarında eşsiz bir ilişki oluşmasını kolaylaştırır. Doğumu seyreden babaların çocuklarının mizaç özelliklerini ve 3-6 aylık oldukları dönemdeki kişilik özelliklerini daha doğru bir şekilde tanımlayabildikleri bildirilmiştir. Babaların 2/3’ünün doğum sonrası erken dönemde, keyifsizlik, isteksizlik vb. belirtilerin olduğu babalık hüznü (blues) tarifledikleri görülmüştür. Bu belirtilerin tedavisinde babanın bebekle daha fazla temas etmesi, zaman geçirmesinin en etkin yöntem olduğu belirtilmiştir.

Francis Grossman “kapıyı tutma” (gatekeeping) diye söylenen bir fenomen tanımlamıştır. Bu sık görülen fenomene göre anneler, babanın bebekle kendine özgü bir etkileşim ve ilişki biçimi kurmasına değil, bebekle bir takım etkinlikleri gerçekleştirmesi için babalara ‘izin verirler’.



Bebekle daha yakından ve erken dönemde daha kolay bir ilişki kurabilmeleri için babalara şu tavsiyelerde bulunulabilir:



  • Gebelik dönemi boyunca doktor kontrollerine eşinizle birlikte katılın.







  • Eşinizle birlikte sağlıklı bir gebelik dönemi geçirmek için birlikte hareket edin. Örneğin sigarayı bırakın, sağlıklı beslenin ve egzersiz yapın.







  • Ebeveynlik becerileri ile ilgili kitaplar okuyun, eğitim seminerlerine katılın.







  • Yeni ev düzeni ile ilgili planları eşinizle birlikte yapın. Alınacak bebek eşyalarını birlikte planlayın.







  • Sadece eşinizle geçireceğiniz özel zamanlar yaratmaya özen gösterin.

    Türkiye’deki babalar hakkında neler söylenebilir?

    Türkiye’de bebek bakımına babaların katılımına dair yapılmış çok az araştırma vardır Evans (1997). Türkiye’de babanın bebek bakımına katılımı ile ilgili olarak son yıllarda birkaç araştırma yapılmıştır; bu araştırmalar daha çok erken çocukluk dönemi çocukların babalarına odaklanmıştır (Arı-Güleç, 1998; Evans, 1997). Öte yandan, babaların çocuk gelişimindeki önemi ve

    Türkiye’de babaların ulaşabileceği desteğin yetersizliği göz önünde bulundurularak Anne Çocuk Eğitim Vakfı, 1996’da Baba Destek Programı’nı bir pilot araştırma olarak başlatmıştır. Programın amacı babalarda hem çocuk bakımında babanın önemi konusunda bilinç yaratmak, hem de onları çocuk gelişimi hakkında bilgilendirmek ve destek sağlamaktır. Türkiye’de alt sosyo-ekonomik çevrelerden gelen babaların katılım örüntülerini incelemiştir.

    Araştırma babaların babalık rollerine dair tutumlarını, çocuk bakımına dair aile içindeki iş dağılımını ve babalık rollerinin belli bazı unsurlarını nasıl algıladıklarını ele almıştır. Bu araştırmanın bulgularını tamamlar nitelikteki bir diğer araştırma, çocukla meşgul olma ve çocuk bakımına dair sorumlulukların paylaşımı açısından üst ve orta sosyo-ekonomik çevrelerden gelen okulöncesi çağ çocukların babaları arasında baba katılımı örüntülerini incelemiştir (Öğüt, 1998).

    Bu araştırma ayrıca çocuğun cinsiyeti ve yaşı ile, annenin çalışıp çalışmıyor olmasının baba katılımı üstündeki etkilerini araştırmıştır. Her iki araştırmanın bulguları, çocukların fiziksel bakımından temel olarak annelerin sorumlu sayıldığını, babaların ise kendileri hakkında en önemli gördükleri rolün maddi gelir sağlama olduğunu ortaya koymuştur (Evans, 1997; Öğüt, 1998).

    Bu araştırmaya paralel olarak Evans (1997) da elverişsiz sosyo-ekonomik çevrelerden oluşan örnekleminde her iki ebeveynin toplumsal ve ahlâki değerleri öğretmede eşit derecede sorumlu olduğu gözlemlemiştir.

    Üst sosyo-ekonomik çevrelerden gelen babaların ve erkek çocuğu olan babaların temel bakım konusunda daha fazla sorumluluk üstlendiği gözlenmiştir. Erkek çocuğu olan babaların bilgisayar oyunları gibi daha zihinsel oyunları tercih ettiği, çocuklara yönelik olmayan faaliyetlere çocuğun katılmasına izin verdiği ve çocuğun yıkanmasına daha sık yardım ettiği bulunmuştur. Öte yandan, kız çocuğu olan babaların çocuklarıyla çok daha sık sözlü etkileşim faaliyetlerinde bulundukları ve birlikte sanatsal faaliyetler yaptıkları belirtilmiştir.

    Araştırma ayrıca okulöncesi çağı küçük çocukların babalarının çocuklarıyla düzenli sohbet etmek ve özellikle de “yerde yuvarlanarak oynamak” gibi oyunlarla daha sık iletişim kurduklarını ortaya koymuştur. Türkiye’de gerçekleştirilen bir diğer araştırma (Arı-Güleç, 1998), baba katılımı ve annelik rolünden duyulan memnuniyet göz önünde bulundurulduğunda, ev dışında çalışan ve çalışmayan anneler arasında anne katılımına dair önemli bir farkın belirip belirmeyeceğini bulmayı amaçlamıştır. Ev dışında çalışmayan annelerin, çalışan annelere oranla çocuklarının bakım ve eğlence faaliyetleriyle önemli derecede daha fazla ilgilendiği görülmüştür. Bunun yanı sıra, baba katılımının annenin çalışıp çalışmamasıyla ilintili olmadığı belirtilmiştir.






  • Doç. Dr. Koray KARABEKİROĞLU


    http://www.cocukhayat.com/yazi/babaonem.html